Filmin Türü: Gerilim-Dram | Süre: 96 Dakika | IMDB: Link
One Hour Photo Konusu
Seymour "SY" Parrish, Savmart adlı yerel markette fotoğraf tab etmekte ve işini fazlasıyla ciddiye almaktadır. En iyi müşterileri olan Yorkin ailesinin fotoğraflarını yıllardır tab eden Parrish, her şeye sahip olduklarını düşündüğü bu ailenin hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken mutluluğuna imrenmektedir. Bu aileyi hedef alan takıntısı, onların hayal bile edemeyeceği kadar rahatsız edici bir hale gelir.
One Hour Photo Yorumu
Ezgi'nin Köşesi
Filmden boğazım düğüm düğüm olmamış, kalbime hançerler saplanmamış gibi bir de Emre'nin önerdiği fon müziğinin canımı acıtmasıyla bu satırları yazmaya başlıyorum...
Bugün komiklikler, şakalar yok sevgili dostlar, bugün saf üzüntü var. Dram filmlerinden itinayla kaçarım ben, çok üzülüyorum filmin sonunda dahi. Biz de film konusunu detaylıca araştırmayı pek sevmeyen bir ikiliyiz, bu nedenle konusunu tam bilmeden, gerilim diye filmi izlemeye başladım, saf drammış.
O kadar kalbim kırıldı ki, nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Yalnızlıktan nefret eden ve şu dünyada kimsenin yalnız olmasını istemeyen biri olarak filmden çok fazla etkilendim. Filmimiz, fotoğrafçıda çalışan ve insanlarla tek iletişimi bu olan Sy etrafında dönüyor. Sy o kadar yalnız ki, burada çalışırken uzun zamandır müşterisi olan Nina ve ailesine fazlasıyla özeniyor ve takıntı haline getirmiş bir durumda çünkü Sy'ın gözünde Nina ve ailesi tamamiyle onun istediği gibi, ideal bir aile.
Aklıma burada Trendeki Kız kitabı gelip durdu, fazla spoiler vermek istemiyorum ama, her gün trenle yolculuk yapan baş kahramanımız her gün aynı evi izler ve oradaki insanların ne denli mutlu olduğunu, ne güzel birliktelikler yaşadığını düşünür durur.
Sy için de durum bundan ibaretti, tek istediği biraz olsun o aileye dahil olabilmekti. Yalnızlığına bir nebze olsun çare bulabilmekti. Kalbimden geçen ailenin ona daha yakın olabilmesi ve onu kabullenebilmesiydi ama olmayacağını biliyordum tabii.
Yaşadığı yalnızlığı hissetmediği vakitlerde daima küçük şeylerle mutlu olmayı başarabilen Sy, fotoğraflarda çıkan eksikle işten kovuluyor. Aslında her şey burada başlıyor, elinde sadece fotoğrafları kalan Sy inceleyip duruyor onları, baktıkça bakıyor derken; aslında bu çok özendiği, çok şanslı bulduğu ailenin o kadar da ideal olmadığını fark ediyor çünkü Will eşini aldatıyor. Will ne bu şansın, ne ailesinin ne de sahip olduğu şeyin değerini bilmiyor. Oysa yalnızlığı daima hisseden biri için ufacık bir sevgi bile çok şey ifade eder ama bazen açgözlü insanlar olarak ne yazık ki hayatımızın ne denli özel ve güzel olduğunu anlayabilecek algı düzeyinde olamıyoruz.
Will'in eşini aldattığını öğrenen Sy, başlıyor Nina'nın bunu fark etmesi için elinden geleni yapmaya. Nina öğreniyor fakat sessiz kalıyor. Karakter değişimi de burada oluyor ama bu nasıl oyunculuk, nasıl oyunculuk başka biri olsa belki de oturur beş verirdik filme.
Buna nasıl sessiz kalınabilir diye Sy kendi yöntemini buluyor, otel sahnesinde ağlamamak için kendimi nasıl zor tuttuğumu kelimelere dökemem sanırım. E ne oldu derseniz aslında karşılaşacağınız olay filminden daha çok bir durum filmi gibi. O yalnızlık hissini iliklerinize kadar hissedeceğinize eminim.
Canım Sy, ne olurdu biraz olsun sevilebileceğin birileriyle karşılaşsaydın, gelsen de bizimle film falan izlesen, hem buzdolabımıza fotoğrafını da asarız fena mı olur?
Lütfen izleyin, sahip olduklarınızın kıymetini bilin ve insanları yargılamayın.
Sevgiyle kalın :')
Puanım: 8/10
Ezgi'nin IMDB Puan listesi için tık!
Emre'nin Köşesi
Az önce çok uzun süre unutmayacağım bir filmi bitirdik, ''One Hour Photo''. Robin Williams'ın oyunculuğu, jesti, mimiği o kadar etkiledi ki beni, film kalbimi kırdı. Normalde film yorumlarını ertesi güne bırakırız, ancak ben gece saat 3'te filmin hislerini taşırken yazmak istedim yorumumu.
Birçoğumuz hayatımızın bir döneminde, kimimiz de çok büyük bir bölümünde kendini çok yalnız, keşke bir yere ait olabilsem duygusuyla geçirmiştir, belki de hala bu duyguyla yaşıyor birçoğumuz. İşte Robin Williams bu duyguyu bizim karşımızda bir buçuk saat boyunca o kadar güzel oynuyor ki... O kadar muhteşem oynuyor ki... Bilmiyorum kaç defa boğazım düğümlendi, kaç defa kalbim kırıldı. Bu bir yalnızlık filmi ya da hikayesi değil, bu başka bir şey. Filmi açarken konusuna bakmadık, takıntılı bir adam var iyi bari gerilim mis gibi dedik. Karşımıza o kadar farklı bir şey çıktı ki, günün sonunda birazdan kafamı yastığa kalp kırıklığıyla koyacağım.
Aslında bu bir film eleştirisi değil, Robin Williams oyunculuğunun övüldüğü, birçok duyguyu gün yüzüne çıkaran yazı oluyor, zaten diğer her şey bu oyunculuğun gölgesinde kalıyor. Film süresi boyunca empati yaparak, hep üzülerek izledim, hiçbir zaman karakteri suçlayamadım. O kadar benimsedim ki karakteri, filmin sonunda kendimi ''Bari öldürme dur, bununla 3-5 yıl yatar çıkarsın.'' derken buldum kendimi.
Karakterin yalnızlığı, hayalleri, kurduğu hayallerin basitliği. Mutsuzluğun bu kadar kolay ancak bir bu kadar da imkansız olması, yaşadığı mutsuzluk, iç burkan gülümsemeleri. Karakterin yalnızlığı sizi o kadar yalnız hissettiriyor ki, yalnız hissetmemekten utanıyorsunuz.
Filmin sonunda zaten anlattığı şeyler yeterince kırılan kalbimi daha çok parçaladı. Yazıyı yazarken boğazımdaki düğüm her bir satırda daha çok büyüyor.
Bilmiyorum nasıl bu kadar uzun süre benden gizli saklı kaldı bu film de haberim bile olmadı. Belki de her zaman bazı duyguları bende canlı tutabilmem için, hatırlayabilmem için burada film günlüğüme yazabilmem için bekledi yıllarca. İyi ki de görmemişim, duymamışım ki kenarda, unutmayacağım, her zaman hatırlayacağım bir film olarak kalacak bende. Sevdiklerinize her zaman minnettar olun, ne kadar şanslı olduğunuzu her zaman hatırlayın.
Yalnız kalmanın ne kadar korkunç bir duygu olduğunu ve bu filmi her zaman bu fotoğrafla hatırlayacağım;
Bir Robin Williams geçti bu dünyadan, ışıklar içinde uyu.
Puanım: 9/10
Emre'nin IMDB Puan listesi için tık!